Bu Blogda Ara

10 Ekim 2013 Perşembe

Video - 22 ''Michael Green: Neden Ahşap Gökdelenler İnşa Etmeliyiz?, 2013''



Yazılı Metni:
Bu benim büyükbabam ve bu benim oğlum. Ben küçük bir çocukken büyükbabam bana tahta ile çalışmayı öğretti ve bana şunu da öğretti ki eğer bir ağacı bir şeye dönüştürmek için kesersen o şeyi yapabileceğin en güzel şekilde yaparak o ağacın hayatını onurlandır. Benim küçük oğlum bana hatırlattı ki dünyadaki tüm teknoloji ve tüm oyuncaklar için bazen sadece küçük bir tahta parçası için dahi eğer onu uzun şekilde istiflersen aslında oldukça ilham verici bir şey ortaya çıkar.

Bunlar benim binalarım; Vancouver ve New York'taki ofisimizin dışında dünyanın her tarafında inşa ediyorum. Ve biz nerede olduğumuza bağlı olarak değişik boyutlarda değişik şekillerde ve değişik malzemelerden binalar inşa ediyoruz. Fakat tahta benim en sevdiğim malzeme ve size tahta hakkındaki hikayeyi anlatacağım. Tahtayı sevme sebebimin bir kısmı tahtadan binalarımdan birine insanlar girdiğinde her seferinde onların tamamen farklı tepki verdiklerini farkediyor olmam. Hiçbir zaman birinin binalarımdan birine girip çelik ya da betondan bir kolona sarıldığını görmedim fakat tahta bir binada bunun olduğunu gerçekten gördüm. Gerçekten insanların tahtaya nasıl dokunduğunu gördüm ve sanırım bunun bir sebebi var. Tıpkı kar taneleri gibi dünyanın hiçbir yerinde iki tahta parçası birbirinin aynısı olamaz. Bu muhteşem bir şey. Tahtanın binalarımıza doğa ananın parmak izlerini bıraktığını düşünmeyi seviyorum. Doğa ananın parmak izleri sayesinde binalarımız inşa edilmiş ortamda bizi doğaya bağlıyor.

Şu anda Vancouver'da 33 kat yüksekliğe kadar büyüyen bir ormanın yakınında yaşıyorum. California'da kıyıya doğru inişte Sekoya ormanı 40 kat yüksekliğe kadar büyüyor. Fakat tahtadan yapılan binaları düşündüğümüzde dünyanın çoğu yerinde sadece 4 kat yükseklikte oluyorlar. İmar kanunları bile inşa etme olanağımızı dört kat yükseklikten daha uzun olacak şekilde kısıtlıyor ve bu durum burada ABD'de de geçerli.
Şimdi bazı istisnalar bulunuyor fakat bazı istisnaların olması gerekiyor ve umuyorum işler ileride değişecek. Ve böyle düşünmemin sebebi şu ki, bugün yarımız şehirlerde yaşıyor ve bu sayı yüzde 75'e yükselecek. Şehirler ve yoğunluk binalarımızın büyük olmaya devam edeceği anlamına geliyor ve bence şehirlerde tahtanın da oynayacağı bir rol bulunuyor. Ve böyle düşünüyorum çünkü bugün dünyada üç milyar insan önümüzdeki 20 yıl içinde yeni bir eve ihtiyaç duyacak. Bu dünyanın yüzde 40'ı önümüzdeki 20 yıl içinde kendileri için yeni bir bina inşa edilmesine ihtiyaç duyacak demektir. Şimdi, bugün şehirlerde yaşayan her üç insandan biri aslında bir gecekonduda yaşıyor. Bu dünyada bir milyar insan gecekonduda yaşıyor demektir. Dünyada yüz milyon insan evsiz. İnşa etme konusunda mimarlar için ve toplum için meydan okumanın boyutu bu insanları ev sahibi yapacak bir çözümün bulunmasıdır.
Fakat meydan okuma şu ki, biz şehirlere taşındıkça şehirler şu iki malzemeden inşa ediliyor; çelik ve beton ve bunlar harika malzemeler. Bunlar geçen yüzyılın malzemeleri. Fakat bunlar aynı zamanda işlenmeleri sırasında oldukça yüksek enerji ve sera gazı salınımı ortaya çıkaran malzemeler. İnsanoğlunun sera gazı salınımının yüzde üçünü çelik oluşturuyor ve betonun oranı yüzde beşin üzerinde. Yani bir düşünürseniz bugün sera gazlarına katkımızın yüzde sekizi yalnızca bu iki malzemeden geliyor. Bunun hakkında fazla düşünmüyoruz ve ne yazık ki bence aslında binalarımız hakkında bile yapmamız gerektiği kadar düşünmüyoruz. Bu ABD'nin sera gazına etkisi ile ilgili bir istatistik. Sera gazı salınımımızın neredeyse yarısı inşaat endüstrimiz ile ilgili ve eğer enerjiye bakacak olursak, orada da durum aynı. Taşımanın listede yaklaşık olarak ikinci sırada olduğunu fark edeceksiniz. Fakat bu bizim hakkında en fazla duyduğumuz muhabbet ve bunun çoğu enerji ile ilgili olsa da aynı zamanda karbon ile de ilgili. Benim gördüğüm kadarıyla sorun, nihayetinde bu sorunu nasıl çözeceğimiz hakkındaki uyuşmazlık, bir eve ihtiyacı olan üç milyar insana nasıl hizmet edileceği ve iklim değişikliği gerçekleşmek üzere olan ya da zaten gerçekleşen bir kafa kafaya çarpışma.
Bu meydan okuma yeni yollardan düşünmeye başlamamız gerektiği anlamına geliyor ve bence tahta bu çözümün bir parçası olacak, ve ben size neden öyle olduğunun hikayesini anlatacağım. Bir mimar olarak tahta zaten güneş enerjisiyle büyümüş olan büyük ve inşaatta kullanabileceğim tek malzeme. Ormanda bir ağaç büyüdüğünde ve oksijen yaydığında ve karbondioksit emdiğinde ve öldüğünde ve ormanın zeminine düştüğünde karbondioksiti atmosfere geri verir ya da toprağa aktarır. Bir orman yangınında yanacak olursa da karbonu atmosfere geri verecektir. Fakat eğer o tahtayı alıp binanın içine ya da bir mobilya parçasına veya tahta bir oyuncağın içine koyarsanız aslında ağaç karbonu muhafaza etmek için inanılmaz bir kapasiteye sahiptir ve bize haciz yoluyla katkıda bulunur. Bir metreküp tahta bir ton karbondioksidi muhafaza edecektir. Şu anda iklime karşı iki çözüm yolu açık şekilde salınımları azaltmak ve depolama alanı bulmaktır. Tahta bu iki şeyi gerçekten yapan benim inşaat yapabileceğim başlıca inşaat malzemesi. Yani inanıyorum ki biz Dünya'nın bizim besinimizi büyüttüğü bir etik anlayışına sahibiz ve bu yüzyılda dünyanın bizim evlerimizi büyütmesi gereken bir etiğe yönelmemiz gerekiyor.
Şimdi bu oranla şehirleşirken bunu nasıl yapacağız ve ahşap binalarımızı sadece dört katlı olarak düşüneceğiz? Beton ve çeliği azaltmalı ve daha büyümeliyiz ve bizim üzerinde çalıştığımız şey 30 kat yüksekliğinde ahşaptan yapılmış binalar. Mühendisliğini Eric Karsh adında benimle birlikte proje üstünde çalışan bir mühendisle yapıyoruz ve bu yeni işi bir süredir yapıyoruz çünkü bizim kullanabileceğimiz yeni ahşap ürünler piyasada bulunuyor ve biz onları dev kereste paneller olarak adlandırıyoruz. Bunlar genç ağaçlardan yapılan paneller, kısa boylu ağaçlar, kısa tahta parçaları birbirine yapıştırılarak dev paneller oluşturuluyor 2,34 metre genişliğinde, 19,5 metre uzunluğunda ve değişik kalınlıklarda.
Bunu en iyi şekilde açıklamak için bulduğum yol şu ki tahta ile ilgili düşündüğümüzde hepimiz ikiye dört inşaata alışkınız. İnsanların erkenden vardıkları sonuç bu. İkiye dört inşaat bir şekilde çocukken oynadığımız küçük sekiz noktalı Lego parçalarını andırıyor, ve o boyutta ikiye dörtlerle legolardan her türde havalı şeyler yapabilirsiniz. Fakat çocuk olduğunuz zamanı ve lego yığınını evinizin bodrum katında gözden geçirdiğinizi ve o büyük 24 noktalı lego parçasını bulduğunuzu hatırlayın şöyle düşündünüz; "Harika, bu muhteşem. Gerçekten büyük bir şey inşa edebilirim, ve bu şahane olacak". İşte bu değişim. Dev kereste paneller işte o 24 noktalı parçalar. Onla yapabileceklerimizin boyutunu değiştiriyor ve geliştirdiğimiz şey bizim deyimimizle FFTT Bir Yaratıcı Avam çözümü inşaatta çok esnek bir sistem inşa etmek için bu geniş panellerle istediğimiz zaman altı katı aynı anda yukarıya doğru eğebiliyoruz. Bu animasyon size binanın çok basit bir şekilde nasıl bir araya geldiğini gösteriyor fakat bu binalar mimarlar ve mühendisler için şimdi dünyada değişik kültürler içinde değişik mimari tarzlar ve karakterlerde inşaat için hazır bulunuyor. Güvenli bir şekilde inşaat yapabilmemiz için bu binaların mühendisliğini, aslında yüksek bir deprem bölgesinde olan Vancouver koşullarında işe yarayacak şekilde 30 kat yükseklikte bile yaptık.
Şimdi açık şekilde bunu ne zaman söylesem hatta burada konferansta bile insanlar "Ciddi misin? Otuz kat? Bu nasıl olabilir?" diyorlar. Ve çok sayıda gerçekten çok sayıda iyi soru ve biz raporumuzu ve hakemli raporu bir araya getirirken cevapları üzerinde uzun zaman harcadığımız ciddi sorular yöneltildi.
Şimdi sadece bunlardan birkaçına odaklanacağım ve yangınla başlayalım, çünkü sanırım yangın muhtemelen şu anda hepinizin hakkında düşündüğü ilk şey. Yeterince uygun. Ve benim bunu tanımlama yöntemim şöyle; Eğer size bir kibrit çöpü çıkarmanızı ve yakmanızıve bir kütüğe doğru tutmanızı, kütüğü ateşe vermeyi denemenizi söylesem bu gerçekleşmez, değil mi? Hepimiz bunu biliyoruz. Fakat bir ateş yakmak için önce küçük tahta parçalarıyla başlarsınız ve devam edersiniz ve sonunda kütüğü de ateşe katabilirsinizve siz kütüğü ateşe kattığınızda tabii ki kütük yanar fakat yavaş şekilde yanar. Dev kereste paneller, bizim kullandığımız bu yeni ürün kütüğe çok benziyor. Onları tutuşturmak çok güç ve tutuştuklarında hakikaten olağandışı şekilde tahmin edilebilir hızda yanıyorlar ve biz yangın bilimini tahmin için kullanabilir ve bu binaları en az beton kadar ve en az çelik kadar güvenli hale getirebiliriz.
Sonraki büyük mesele, ormanların yok olması dünya genelinde sera gazlarına katkımızın yüzde on sekizlik bölümü ormanların yok olmasının sonucudur. Yapmak istediğimiz en son şey ağaçları kesmek. Ya da en son yapmak istediğimiz şey yanlış ağaçları kesmek. Ağaçları düzgün şekilde kesmemize müsaade eden sürüdürülebilir ormancılık modelleri bulunuyor, ve bu ağaçlar bu tip sistemlerde kullanılmak için uygun olan yegane ağaçlar. Şimdi bu fikirlerin ormanların yok olması ekonomisini gerçekten değiştireceğini düşünüyorum. Ormanların yok olması sorunu olan ülkelerde orman için daha iyi değer sağlayan bir yol bulmak ve insanları çok hızlı büyüme çemberleri aracılığıyla para kazanmaya teşvik etmek zorundayız. 10, 12, 15 yaşındaki ağaçlar bu ürünleri oluşturuyor ve bize bu ölçekte inşa etme imkanı tanıyor. 20 katlı bir binayı hesapladık; Kuzey Amerika'da her 13 dakikada yeteri kadar tahta yetiştiriyor olacağız. Alacağı süre bu kadar.
Buradaki karbon hikayesi gerçekten iyi bir hikaye. Eğer 20 katlı bir binayı çimento ve betondan inşa etseydik süreç çimento ve 1,200 ton karbondioksit üretimi ile sonuçlanırdı. Eğer bu binayı tahtadan yapsaydık bu çözümde 3,100 ton hapsetmiş olurduk, 4,300 ton net fark oluşurdu. Bu bir yılda yaklaşık 900 arabanın trafikten çekilmesine eşdeğer. Yeniden yeni bir eve ihtiyacı olan o üç milyar insanı düşünün ve belki bu şey azaltıma katkı sağlayıcı olabilir.
Umudum inşa etme yöntemimizde bir devrimin başlangıcında olmamız. Çünkü bu geçtiğimiz yüz ya da daha fazla yılda bir gökdelen inşa etmek için sunulan ilk yeni yöntem. Asıl güç olan toplumun bu olasılığı algılayışını değiştirmek ve bu büyük bir meydan okuma. Dürüst olarak mühendislik bu işin kolay kısmı ve bunu tanımlama yolum şöyle; Teknik olarak ilk gökdelen ve gökdelenin tanımı 10 kat yüksekliğinde olmasıydı. İnanın ya da inanmayın fakat ilk gökdelen Şikago'daki bu binaydı ve insanlar bu binanın yanından yürümeye korkarlardı. Fakat inşasının dört yıl ardından Gustave Eiffel Eyfel Kulesini inşa ediyordu ve Eyfel Kulesini inşa ederken dünya şehirlerinin siluetlerini de değiştirdi ve geliştiricilerin daha büyük binalar inşa etmeye başlamasıyla ve sınırları daha yükseğe doğru iterken daha iyi mühendislikle birlikte New York City ve Şikago gibi şehirler arasında rekabet başladı.
Aslında biz bu modeli New York'ta yakında gelecek bir teknik üniversite kampüsünde teorik bir model olarak inşa ettik ve bu alanı seçmemizin nedeni sizlere bu binaların neye benzediğini gösterebilmekti. Çünkü dış cephe değişebiliyor. Bu aslında tam da hakkında konuştuğumuz yapı. Bunu seçmemizin nedeni burasının bir teknik üniversite olması ve bana göre tahta inşaat yapabileceğim teknolojik olarak en gelişmiş malzeme. Sadece doğa ana patenti elinde bulunduruyor ve biz bu yüzden gerçekten rahat hissedemiyoruz. Fakat olması gereken de bu; İnşa edilmiş çevrede doğanın parmak izleri.
Buna kendi deyimimizle bir Eyfel Kulesi anı yaratmak fırsatı olarak bakıyorum. Dünyanın her yanında binalar daha da yükselmeye başlıyor. Londra'da dokuz katlı bir bina var, Avustralya'da sanırım 10 ya da 11 katlı yeni bir bina. Bu ahşap binalarda yüksekliği yukarılara taşımaya başlıyoruz, ve umuyoruz, ve ben umuyorum ki memleketim Vancouver gerçekten potansiyel olarak yaklaşık 20 katla dünyanın en yükseğinin anonsunu çok da uzak olmayan bir gelecekte yapacak. O Eyfel Kulesi anı tavanı kıracak o rastgele yükseklik tavanlarını ve ahşap binaların rekabete katılmasına izin verecek. Ve inanıyorum ki yarış sonuna kadar devam etmek üzere başladı.
Teşekkürler.
(Alkış)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder